Belözoğlu, Terim, 'Monkey Eboue', 'Ogün Samast Oley!'



Çünkü ırkçı değiliz. Çünkü örfümüzde, bittabi tek olan milletimizin tek olan kültüründe böyle bir şey yok bizim.
Tövbeler olsun, her şey oluruz, ama asla ırkçı değiliz biz.
Fenerbahçeli futbolcu Emre Belözoğlu’nun Zokora'ya ettiği lafı eni konu tartmadan, yargılamadan önce bu ülkenin ırkçılıkla ilgili 'cahil cesareti' tabiriyle dahi açıklanamayacak sürekli inkar halinin, ırkçılığı fazlasıyla içselleştirmiş olmaktan kaynaklanan pişkinliğinin üzerinde durmak gerekiyor sanırım. Zira hastalığı teşhis etmeden tedavi yolu bulunamıyor. Bu ülkenin tamamına yakınına bir şekilde nüfuz etmiş ırkçılık zehrini saptamadıkça, kangren bir uzuvdan bir diğerine kolaylıkla yayılıyor. Geriye dudaklarını birleştirmeden 'prick' diyebilen doğa üstü futbolcular, sanki futbolcusuna garip bir metin ezberletip yanına da bir adet siyahi aktör koyan (alt metin: benim siyah arkadaşlarım da var!) kendileri değilmiş gibi 'Bakın işte öyle dememiş!' açıklaması yapan şizofrenik futbol kulüpleri kalıyor.
Bini beş para etmeyen camialar ülkesiyiz çünkü biz; o kadar utanılacak işler yapıyoruz ki, en sonunda ya düpedüz yalanlar söyleyip hadiseyi mizahileştiriyor ya da 'bir kişinin yaptığını bütün camiaya mal etmemeyi' seçiyoruz! O kadar utanılacak işler yapıyoruz ki biz, en sonunda buradan İsviçre’ye yol oluyoruz!



2005'deki 'Buradan çıkış yok!' üst başlıklı şu ünlü maçtan tekme tokat da olsa bir şekilde çıkabilen İsviçreli futbolcular Terim'in terbiye yoksunluğunun tesciliydi elbette, ama tarihin henüz tozlanmamış sayfalarında terbiyesizlikten fazlası da gizliydi. Biz tam Bern’i Ankara yapmaya karar verecekken 'akıllı olup' ülkelerine dönen İsviçreliler ne kabadayı Terim’in zamanında kırmızı kart gördüğü için kendi oyuncusunu ite kaka sahadan çıkaracak tıynette bir adam olduğundan (2000 yılından, Leeds maçından bir sürpriz: Emre Belözoğlu!) ne de aynı Terim'in bir Yugoslav'dan laf işitecek adam olmadığından haberdardı muhtemelen.

Bu ülkenin Galatasaray'ıyla, Milli Takımıyla imparator addettiği, göğe koyamayıp yerde de doğru durmayı bir türlü öğretemediği “değer”lerinden olan Fatih Terim, kameralara ve dolayısıyla milyonlarca insanın gözünün içine baka baka, İstanbulspor teknik direktörü Saffet Susiç'in sözlerini hak etmediğini, 'Hele bir Yugoslav’dan hiç hak etmedim,' ırkçı eklentisiyle duraksamaksızın, hiç utanmaksızın söylediğinde yılların sayacı 1998'i gösteriyordu henüz. Sonra sayaç ilerledi, Terim'in şiştikçe şişen, tescilli faşist Mehmet Ağar'ın kollarında büyüyecek yeri kalmayan egosu gerek ulusal gerekse uluslararası maçlarda icra edilen kavga-dövüş seanslarına, havaalanına kadar İsviçreli kovalanan bir milli histerinin baş kumandanlığına dönüştü. Terim büyüdükçe, Terim büyütüldükçe, öğrencileri de kollarındaki pazubentleriyle beraber ‘pis zenci’lere yeşil sahayı dar etmek için sahne almaya başlıyorlardı yavaş yavaş…
Bu ülkenin kodlarında ırkçılık olmasaydı, bu ülke insanlarının 'kodlayıcı'ları ellerindeki kanlı zehri kuşaklar boyunca, bıkmadan usanmadan dağıtıyor olmasalardı, Terim'i kınayıp yolumuza devam edebilirdik belki de.
Ama dedik ya, hastalık teşhis edilmeden tedavi yolu bulunamıyor; geriye yine 'kültürümüzde var olmayan ırkçılık', 'bize yakışmayan münferit olaylar' safsataları kalıyor; bunun için sokak sokak, tribün tribün gezip ırkçılığı ifşa etmek gerekiyor!


6-7 Eylül'ün kanlı sokaklarından, Dersim katliamından geçmiş bir ülkenin yeşil sahalarına baktığımızda güller görecek halimiz olamaz elbette. Orada da gün gelir “Ermeni dölü” (Sokaktaki sıradan insanın dilindeki sıradan bir küfürdür bu tamlama: Açık ırkçılıktan çok gizli ırkçılıktan korkmak gerekir elbette…) Hrant Dink'in katiline “oley!” çekilir; bir diğer gün, bambaşka bir köşesinde yurdun, “monkey” çığlıkları ve “ya allah bismillah”lar eşliğinde siyahi bir futbolcuya saldırılır, saldırı sahanın ortasında adam kovalamaya kadar dönüşürken hala şu sözü söyleyecek yüzümüz vardır:
Tövbeler olsun, her şey oluruz, ama asla ırkçı değiliz biz!
Uslu dururlarsa, kendilerinden geriye hiçbir şey kalmayıncaya kadar bize bağlılıklarını haykırırlarsa Rumları, Ermenileri, Kürtleri hatta Yugoslavları da sevebilir, gizli ırkçılıklarımızın alt metnine 'Bizim falanca ırktan arkadaşlarımız da var!' cümlesini bile sıkıştırabiliriz.
Hiç utanacak yüzümüz kalmadığında, geriye “safkan” bizden başka hiç kimse kalmadığında, futbol denilen şu güzelim oyundan da geriye bir tek Emre Belözoğlu, Fatih Terim ve onlar gibilerin kaldığını görüp hidayete de erebiliriz bir gün.

Yorumlar