Bu haberi dünyanın pek çok yerinde, pek çok mevsimde, pek çok farklı iletişim yöntemiyle ve bütün bu değişkenlerin yanında haber metninin beynimdeki yankısı hiç değişmeksizin aldım:
"Fenerbahçe kazandı ve biz yine kaybettik."
Kadıköy’deki son Galatasaray galibiyetinin tarafımdan yeterince kutlanamamış olması, şu malum hezimetler dizisine eklenen her halkayla birlikte, gün be gün, an be an geçmişimdeki bir trajediye dönüşüyor. Çünkü son galibiyeti aldığımız zamanlarda bendeniz için futbol fena halde halkların afyonu olduğundan ya da "sonsuz döngü" gibi çok daha mühim meselelerle haşır neşir olmayı tercih ettiğimden, karın boşluğumdan boğazıma kadar engelsizce ulaşan galibiyet çığlığına dişlerimle set çekerek özgürleşmesine izin vermemem anlaşılırdı elbette. Ciddi adamdım vesselam, ya da öyleymiş gibi yapıyordum? Muhtemelen ikinci şık doğru, zira Nietzsche’den aklımda kalan birkaç aforizma elbette var, Marcio’nun bir gol bir asistiyle kazandığımız ve umursamadığım(!) son Kadıköy zaferini ise size bütün ayrıntılarıyla anlatabilirim.
Dediğim gibi, gitgide daha az üzdüğü için gitgide daha tehlikeli bir hale bürünen bu haber değeri taşımayan haberi, biraz da mesleğimden sebep dünyanın pek çok köşesinde ve pek çok farklı yöntemle aldım. Son haberi aldığımda Dar Es Salaam’dan yola çıkmış Mozambik kıyıları boyunca Cape Town’a doğru ilerlemekteydik. Bendeniz 25 Ekim 2009 akşamı gemilere güvenlik amaçlı yerleştirilen bir yüksek frekanslı radyoyu (h/f radio) arama kurtarma ekiplerinden ziyade ‘Türkiye’nin Sesi’ radyosuna ulaşıp o malum haberi alabilmek için suistimal etmekteydim. Birkaç saat kuvvetli baş ağrısı garantili onlarca frekansın cızırtısına maruz kaldıktan sonra habere ulaşmayı başardım. Fenerbahçe 3-1 kazandı. Fenerbahçe kazandı. Fenerbahçe kazandı ve biz yine kaybettik.
Ben bu haberi Avustralya ve Antartika hariç bütün kıtalarda, Norveç’in buz dağlarından Kızıl Deniz’in yakıcı sıcağına kadar bütün mevsim koşullarında, şanssızsam canlı izlemekten tutun da daha az şanssızsam internet, cep telefonu, uydu telefon ya da şu bahsettiğim yüksek frekanslı radyolara kadar pek çok farklı yöntemle aldım. Haberin kendisi hariç her şey değişti: Fenerbahçe kazandı ve biz yine kaybettik.
Fenerbahçelilerin ancak kendi aralarında konuşup ‘dışarıya’ hissettirmemek için türlü taklalar attıkları ve FB bir Avrupa kupası kazanana kadar devam edeceğinden emin olduğum o can sıkıcı ‘bir adım geride olma hissi’ içimi zerre rahatlatmıyor. Çünkü bu büyük sırrın varlığından Galatasaraylıların ancak kendi aralarında konuşup ‘dışarıya’ hissettirmemek için türlü taklalar attıkları bir başka sırdan dolayı eminim. Bu sırrın adı Kadıköy. Bu haberin tam ve yeter metni lanet olsun ki yine Fenerbahçe’nin kazanması ve lanet olsun ki bizim yine kaybetmemiz. Galatasaray dört sene üst üste şampiyon olurken ve eş zamanda Fenerbahçe tarihinin en kötü dönemlerini yaşarken de, Türkiye’nin gördüğü en büyük ‘winner’ (Gica) sarı kırmızı formayı giyerken de, Rijkaard’ın heyecan verici 4-3-3’ü vizyondayken de değişmeyen tek şey o tüyler ürpertici haberin kendisi. Koskoca bir sarı kırmızı sır: Fenerbahçe kazandı ve biz yine kaybettik.
Ben de bütün Galatasaraylılar gibi geçen asırdan beri Fenerbahçe’yi Kadıköy’de yenelim, bununla yetinmeyip Fenerbahçe’yi Kadıköy’de evire çevire yenelim, bununla da yetinmeyip Fenerbahçe’yi Kadıköy’de birkaç kez art arda yenelim diye bekliyorum. O muhteşem günü ve geceyi beklerken, bulunacağım olası lokasyona göre değişen eylem planları yapıyorum. İçimden (ve müthiş yüksek sesle) Nevizade Gecelerini söyleyerek elimde şarap şişesiyle Taksim’den Beşiktaş’a yürüyeceğim, yol üzerinde Dolmabahçe’deki askerlere zafer işareti yapıp hızla uzaklaşacağım ve boğaz kıyısında cebine birkaç şişe köpek öldüren parası sıkıştırıp kimseye anlatmayacağına dair söz aldığım berduşa, her seferinde yeni bir yenilgi haberiyle geçen o yıllar boyunca neler çektiğimi anlatırken sızıp, güneşin ilk ışıklarıyla Galatasaray’ın Fenerbahçe’yi Kadıköy’de yendiği o yeni ve kusursuz Dünya’ya uyanacağım gündoğumunu bekliyorum. Muhteşem yüksek frekanslı radyomun verici ünitesiyle Dünya’nın bütün sahil istasyonlarına bu devirde mors alfabesi kullanarak göndereceğim ‘Bu sefer biz kazandık’ mesajının hayalini kuruyorum. Bütün bunları yaparken ‘dışarıya’ on yıldır her seferinde yaptığım gibi ‘Bu sıradan bir üç puan maçıydı, hadi en fazla bir Beşiktaş maçı kadar önemli olsun; Fenerbahçelilerin bizi önemsediği kadar biz onları önemsemiyoruz.’ demek istiyorum.
Ser verip sır vermemek istiyorum; Fenerbahçe’yi Kadıköy’de öyle bir yenelim öyle bir yenelim ki, uzunca bir süre benden haber alamayın istiyorum.
29.10.2009 / Ümit Burnu
ben de diyorum sesi soluğu çıkmıyor bunların.. meğer kara kıtanın seyrüseferine karışmışlar..
YanıtlaSilyazının sonundaki "ümit burnu" da pek manidar yahu :)
küçücük bir an kendine zaman ayırabildiğinde bu yazıyı yazan birine saygı duyulur. sevgimiz sonsuz zaten oğul...
YanıtlaSilhacım taa oralardan düşünme bunları sen :) mate çayı iç, yolculuğun tadını çıkar.
YanıtlaSilyengeye de selam et benden taraf. (bu yenge lafını hep kullanasım vardı, sinem'e kısmetmiş)
eyvallah herkese, internete cooook arada bir ve cok kisa sureli girebildigim icin gec bi cevap oldu, kusura bakmayin..
YanıtlaSilselamin iletildi hacim bu arada, sinemin de cok selami var:)
Merak ediyorum; siz Ulus Baker'in öğrencisi misiniz yoksa bir hayrani mi? ya da yakini mi?
YanıtlaSil